19 Nisan 2007 Perşembe

GİRDAPLI KARANLIK

Ben seni yüreğinden yaraladım değil mi? Öyle bakma yüzüme suçlanıyorum. İçim delik deşik oluyor her seferinde. Gözlerine zorlanıyorum, direniyorum küskün karşılamalarına. Bakma yüzüme öyle, sana anlatamadığım esaretin içinde boğulup gidiyorum sadece. Kaybetmekten korkuyorum bir gece yarısı seni. Sessizliğine boğuluyorum, ıssız çöllerde deva topluyorum kendime. Bir hayalin peşinden koşturuyorum farkında değil misin? Umut arıyorum demir parmaklıklarda, oysa herkes özgürlüğün kahramanı sanıyor beni. Bana tapanlar var biliyor musun? Birkaç kuruş etmeyen peşinde koşturduğum hayallerin tutsak kahramanıyım ben. Sevgime suç ortağı arıyorum aslında, yanında süt dökmüş kedi gibi dolanmaktan başka çarem yok. Yalnızlığımda sükûnetin ılgımlarına tutundum. Lal oldum, sağır oldum… Öyle bakma yüzüme hain, seni ne zaman ellere teslim ettim? Söylesene! Suskunluğum çaresizliğimin eceli gibi dönüp dolanıyor başucumda. Çöl kumunda iğne arar gibiyim bu günlerde. Tüm gücümü kuşanıp kasırgalara yol biçiyorum gök kubbenin sonsuzluğunda, bir dakika önceki krallığımdan kurtulup suratıma yediğim yalnızlığın kölesi oluyorum yeniden. Kâbuslara yatıyorum yokluğunda.

Bir sarhoşun narasına gıpta edip, korkaklığıma gözyaşı döküyorum istemesem de. Acizliğime başkaldırıp, içimi kemiren kedere boyun eğiyorum. Birkaç mısra, birkaç satır… Neye yarar? Tutunduğum, nefes aldığım her şey uçup gidiyor elimden. Aşıma katık ettiğim zehir gecelerle savaşım. Taşa tutacaklar beni anlasana. Yerle bir oldu hayatım. Bel kemiği sokaklara fırlatılmış, kötürüm tutsaklığımdan karanlık isimler takıyorum yokluğuna. Çıplak ayaklı çocukluğuma koşturup, yardım dileniyorum. Sevdana tutunduğum yolsuz geçitlerde arıyorum seni. Işığı tükenen mevsimlerin yalancı şahidi gibi bir o yana, bir bu yana savruluyor bedenim. Sürgün müyüm ben? Bu zincir halkaları ne zaman doladılar boynuma? Öyle suskun, öyle durgun dolanma artık. Derin uğultulara kulak tıkayıp, kasım patlarından sonbahar şarkıları besteledim her şeye rağmen. Suyum ısınıyor, el alem yıkılan duvarlarımdan, kırılan pencerelerimden beni gözlüyor. Günahlarımın bedelini yazacaklarmış büyük kâğıtlara. Bıyık altından tükürük saçıp, intikam alıyor her biri. Taşa tutacaklar anlasana, susuyorum. Öyle kırgın bakma bana, ben senin gözlerine tutkunum.

Karanlık mahzenimde birkaç kitap bakındım bugün. Hepsi eski yazarlar. Her biri seni anlatıyor. Anlamadım. Biri katran gözlerinden bahsetmiş, diğeri aşkın fırtınalı üçgenine seni sarmış aldırmadan. Nasıl olur? Kimsin sen? Yürüdüğüm yolların idarecisi kesildin başıma. Kalabalıklarda gölgelerin dolanıyor arkamda, kitaplarımın arasında öykülerin. Pencereyi açtığımda kokundan fırtınalar esiyor, nefessiz kalıyorum. Yine düştü yüzün, şakaya hiç gelmiyor narin hallerin. İtiraf etmekten başka çarem kalmadı anlaşılan. İçimde tutkun bir sevda taşıyorum ben. Bakındığım her köşede, kokladığım her nesnede istemesem de seni buluyorum. Taşa tutacaklar beni, korkuyorum.

Gemi aldı başını gidiyor engine doğru, güvertede yapayalnızım. Pusarık bir hayale el sallıyorum belli belirsiz. Bir akbabanın korkulu gelişiyle titriyorum. Öyle başıboş, öyle bitkinim ki... Kokmuş balıkla besleniyorum uzun zamandır farkında değilim. Kıyıda kafasını dizlerine gömmüş bir küskünden af diliyorum. Alev içindeki tütün topağıyla avutuyorum kendimi. Her gece karanlık deryaya demir atıp, gavur ölüsü yalnızlıklardan masum çıkışlar kolluyorum kendime. Hava açmıyor kaç gündür, küçük bir ışık demetini arıyor gözlerim. Vuslata doğru gidiyorum elimden tut, küsülecek zaman değil. Uçurum bir adım ötemde, yaldızlı şafaklar gibi el sallıyor. Boşluğa kapılmış gibi sürükleniyorum. Tut elimden kırgınlığına razıyım, küskünlüklerine diz çöküp yalvaracağım. Tut elimden. Girdap aldı alacak korkak bedenimi, fısıltıyla seslenecek takati bulamıyorum içimde. Gençliğimi duvarlara çivilediler, kayıp gideceğim her insan gibi. Rol yapıyorum farkında değil misin? Senden kaçıp, sana koşuyorum aslında. Paytak ayak izlerimden örümcek ağları örüyorum açmazların arasında. Sığınımdaki kahramanlardan kısa öyküler yazıp, dünyaya başkaldırıyorum. Biri nefretle sarsıyor beni. Korkuyorum, ama konuşmuyorum. Kale(m)de; sen, ben bir sırrın arkasında böyle yaşar gideriz sonsuza kadar.

Bencil değilim ben öyle bakma yüzüme. Hasta mısın yoksa? Rengin sararmış. Oysa bugün tuz tadında şekerli şerbetle besledim seni. Kırık bir taç yaprağı gibisin. Kırmızı kanatlarına ne oldu böyle? Hasta mısın söylesene? Duvarlara seni saklamakla suç mu ettim? Söylesene karanfil neden öyle bakıyor gözlerin? Çekip gider gibi bir halin var. Ya duvarlarım, ya kale(m)? Kime emanet ederim yokluğunu? Bugün böyle bitti karanfil, yarın mor başlayacak anlaşılan. İkimiz yok olduktan sonra gölgesinde korkuların, ne anlamı kaldı yaşananların. Hoşça kal karanfil, kırık birkaç satırla sızmayı dilenmekten başka çıkarım yok anlaşılan. Bir kere daha yaşarsam bunun ötesinde; önce seni bulacağım girdaplı karanlıkta, sonra hayatın akışına elinden çekiştirip senle koşacağım. Korkma karanfil herkes bencil sanıyor beni. Oysa ben sana koşuyorum farkında değil misin?

Yağmur deli yağıyor yine, seni benden alacak anlaşılan. Ben sana koşacağım, gücüm yetmiyor. Tut elimden karanfil gemi batıyor.

Serap YENİLMEZ
03.06.2005

1 yorum:

semmy dedi ki...

bir duyguyu ifade edebilmek için o duyguyu hissederek yazmak böyle birşey olsa gerek...girdabında kendimi buldum ... gençliğimizi duvara çivilediler...