14 Aralık 2007 Cuma

YENİ ROMANDAN BİR BÖLÜM

Taş olmuştu kadınım. Taş olmuştu, dayanamıyordu saldırılarıma. Taştan kabuk bağladı kendisine. Kılıcımın ucu kırıldı vurdukça. Taş olmuştu kadınım parmaklarından kanıyordu. Yüreği büyüyordu içinde, kocaman oluyordu, ağlamak istiyordu, o bir taştı artık, parmaklarından ağlıyordu. Kadınım taş olmuştu. Ben bir kadın sevdim sonra da taş ettim. Kadınımı dövüyordum, şiddet uyguluyordum, ağlatıyordum garip bir haz duyuyordum, kadınım taştan kabuk bağlıyordu ben vurdukça, ben vurdukça büyüyor çoğalıyordu kadınım, parmak uçlarından çiçek açıyordu dünyaya, ben kaybediyordum taç yapraklarını kadınımın. Kadınım çiçek açıyordu, su gibi akıyordu, dolup taşıyordu dünyaya da bana taş olmuştu kadınım. Kadınımı istiyordum, uykular bölüyordum koca dikenli taş ordularından, kadınım diye hıçkırıyordum, kadınım kadınım olmaktan çıkıyordu, kadım baş oluyor büyüyordu, kulağı geçiyordu usulca, yürüyordu karanlıkta, kadınım gidiyordu parmak uçlarından kanaya kanaya, çiçek açarak yol tutmuştu kendisine. Tohum döküyordu kadınım, dölüt oluyordu, kadınım doğum sancıları çekiyordu, parmak uçları doğuruyordu çocuklarını, parmak uçlarına sevdiriyordu adamını, kadınım sözcüklerine oynuyordu, çiçek açıyordu sayfaların arasında. Kan gölünden gelinciğe dönüşüyordu. Sarpa vuran adamlar düşüyordu kadınımın parmak uçlarından. Kadınım narindi, dili narindi, susardı kadınım, parmak uçlarından akardı intikamı. Kadınım kanardı parmak uçlarından, ben kana kana kan içerdim onun parmaklarından. Ahhh kadınım öyle bir yürek yarattın ki bende büyüyen, koşan, çoğalan; bir kadına yetmek istedim de birine yetemezken çoğaldıkça çoğaldın sen, parmak uçlarından üredin, ben bir çocuğu çok gördüm sana oysa sen bana binlercesini verdin. Kadınım diye ağladım. Parmak uçlarında üredin sen, çocuklarımız oldu senin parmaklarından sonra da torunlarımız, ben her gece onları sevdim, onların arasında kayboldum, gözyaşı döktüm de sana bir türlü eremedim kadınım. Sen parmak uçlarından ürüyordun delice, ben yetişemiyordum, eksik oluyordum sana, yetmeye çalışıyordum parmak uçlarımdan, sen kadındın durmadan ürüyordun, bencil oluyordum, kendimi dönüyordum sen ürerken. Doğum sancıları çekiyordun geceleri. Ben ne yapacağımı bilmiyordum, açtğın gelinciklerden nasıl beslenmeliyim, kadınım oluyordun, sonra da kadın soluyordum parmaklarından, kadın kokuyordun, şehir sen kokuyordu, rüzgar esiyordu o tepeden aşağı ve gece sana boğuluyordu, sen doğurdukça çoğalıyordun etrafımda. O çiçekli kokuna dalıyordum. Pencereyi açıp doğuya bakıyordum sana dönüyordum yönümü de kımıldayamıyordum, sen durmadan doğuruyordun ben yok oluyordum doğurgalarında. Sen gidiyordun usul usul, ben kabullenemiyordum kadınım.

ERKEK -KAHRAMANLARDAN BİR TANESİ
06.12.2007

27 Kasım 2007 Salı

EDEBİYATA 'CEMRE' DÜŞTÜ - CANAN GÜLEÇ

EDEBİYATA ‘CEMRE’ DÜŞTÜ
Röportaj – Canan GÜLEÇ

Çocukluğunda yazıyla tanışan, küçük kağıtlar üzerine içinden geçen sözcükleri mısralar aracılığıyla döken Serap Yenilmez, birikimini romana dönüştürürerek “Ve Sustu Şehir” dedi. Yazarın kitabında yarattığı başkahraman Cemre, okurları etkisi altında bırakırken edebiyat dünyasında incelemeye değer kadın karakterlerden biri olacağa benziyor.

Henüz basılmış bir kitap, İstanbul Kitap Fuarı’nda okurla buluşan ve Bursa’ya 15 gün kadar önce ulaşan “Ve Sustu Şehir” bir çırpıda okumak zorunda hissettiğim bir kitaptı. Çabuk okumalıydım çünkü; kitabın yazarı Serap Yenilmez ile ilk fırsatta röportaj yapmak istiyordum. Çabuk okumalıydım çünkü; kitaptaki acılara dayanamamıştım ve bir an önce sonuca ulaşmak istedim. Şehrin suskunluğunu satırlarına taşıyan Serap Yenilmez’i Yücel Balku Öykü Atölyesi çalışmaları sırasında tanıdım. Balku’nun yaşamını kaybetmesi üzerine Hakan Akdoğan’ın eğitmenliğinde devam eden atölye sonrasında roman çalışmalarına da başladı. “Ve Sustu Şehir” atölyeden çıkan ilk roman, Akdoğan’ın sunum yazısıyla okurla buluştu.

Kitabı okurken bazen Cemre’yle aynı yürekten dünyaya bağırasım geldi, bazen Cemre’yi kıskandım hayatına sahip çıkabilmesi ile... Bazı zamanlar sayfaları çevirirken fonda Vivaldi’yi duyumsadım ve kitaba ara verdiğim sırada şehrin suskunluğunu duymaya çalıştım. Aklımda biriken ve cevap bekleyen sorularımla birlikte Serap Yenilmez’i karşıma alma zamanı gelmişti artık. Öykü Atölyesi günlerinden Kitap Evi ile bütünleştirdiğim yazarla, kitabın evinde kitabına dair sohbet ettik bir süre.

Kalabalık bir ailede büyümüş yazar, bahçeli büyük bir evin gölgesinde karalamış ilk satırlarını. “Annem, babam, büyük anne ve büyük babam, iki erkek kardeşim ve yanımızda kalan kuzenimle sekiz kişilik bir aileydik biz, şimdi geriye sadece dört kişi kaldı işte...” Böyle bir iç çekişle başlıyor Yenilmez anlatmaya. O, kendi kendini keşfetmiş ve yine kendini sınırların ardına sıkıştırmış bir yazar. Küçük kağıt parçacıklarına yazdığı şiirler devamında yarısına kadar yazdığı bir romanı yakıp yok etmiş. Üniversite eğitimi almaya başladığında mesleğinde ilerlemeyi tercih eden yazar, sadece şirket bültenlerine yazılar hazırlar olmuş bir süre sonra. Serap Yenilmez’in kalemini şekillendiren ve yazmaya doğru kararlılıkla iten, öykü atölyesi oldu belki de... Olaylara anlık dokunuşlar değil geniş açıdan bakmayı seçen yazar romanla çıkış yapmayı tercih ettiğini söyledi.

“BENİM ADIM KIRMIZI MI?”

Kitabı okuduğum sırada dikkatimi çeken bir yazınsal benzerlik vardı, ancak yazarla konuştuğumda bunun bir öykünme değil gerçekten bir benzerlik olduğunu anladım. Ele alınan olay farklı kişilerin bakış açısından yazılmış. Bu durum Orhan Pamuk’un kaleme aldığı ‘Benim Adım Kırmızı’ ile benzer bir tarzı ortaya koymuştu. Bu konudaki düşüncemi Yenilmez ile paylaştığımda hafif bir tebessümle karşıladı, “Benim Adım Kırmızı mı? Aslında Orhan Pamuk’u severek okurum. Bu kitabı yazarken Veba ve Yüz Yıllık Yalnızlık adlı kitaplardan etkilendiğimi söylemek mümkün. Kırmızı’yı ise çok yıllar önce okumuştum. Olaya benden farklı gözlerle bakabilmek için farklı anlatıcılar seçtim.”

“YA MÜCADELENİN DIŞINDAKİLER”

Kitabı okurken hep merak ettim, Cemre ne kadar Serap Yenilmez’di acaba? Yaşanılanlar gerçek miydi? Onun hayatında da yitip giden bir kardeş var mıydı? Bunların cevabını almak için soruları ardısıra yöneltmek gereksizdi zaten. “Bu yazdıklarım gerçek bir hikaye” derken yazarın gözpınarlarında biriken yaşlar gerçeği ele veriyordu. Kitapta yitirilen kardeş Toprak’ın günlüğünden verilen satırları “Toprak olmak koymuyor da yalnızlık koyuyor en çok,” sözleri, yaşanan acıların rehberi bir anlamda.

Serap Yenilmez sayfalarında siyasi bir mücadeleden bahsediyor, ancak bu siyasi mücadelenin hangi kanatta verildiğini anlatmıyor. Bu mücadele için neler yapıldığını da. Yazar, bu üstü kapalı duruma şu sözlerle açıklık getirdi: “Benim amacım siyasi bir olguyu anlatmak değildi. O mücadeleyi verenler kendi yollarında yürüyorlar ancak arkalarında kalanların durumunu anlatmak gerekiyordu. Ailelerin acısını, sorgulamalarını anlatmak istedim.”
Canan GÜLEÇ (Bursa Meydan Gazetesi Kültür&Sanat Sayfası)
27.11.2007

24 Ekim 2007 Çarşamba

" VE SUSTU ŞEHİR " 27 EKİM'DE

Serap Yenilmez umuda dokunuyor; umudun umutsuzluğa dönüştürülüşüne, çarçur edilişine, avuçlardan kayıp gidişine bakıyor, baktırıyor. Yalnızlığı, korkuyu, aşkı, dostluğu görüyor, gösteriyor. Onunla beraber giriyorsunuz bir cezaevine, onunla beraber gömüyorsunuz bir ölüyü mezarına, onunla beraber izliyorsunuz bir kenti tepeden sevgilinizle. Üstelik bazen size Camus eşlik ediyor, bazen de Marquez. Ne derse desin, anlıyorsunuz ki; temelde yazarın derdi; “büyük şehirlerdeki vebalı yaşamlar.” O, vebalıları arıyor.


Fonda Vivaldi var. Sahnede kentin vebalı yaşamları. Bir de yazarın umutsuzluğu, yalnızlığı, korkusu ve intikamı. O güçlü “dil”iyse, en büyük silahı…

Not: (kitabın tanıtım yazısından)

27 Ağustos 2007 Pazartesi

LOST

LOST

Güruhların ilgi gösterdikleri şeylere karşı bende antipati oluşur. Lost dizisi için de aynı şeyi düşünüyordum. Bir de benim gibi tezcanlı birinin yetmiş dört bölüm için televizyon karşısında oturması düşüncesi bile korkutucu geliyordu. Birkaç arkadaşımın zorlaması üzerine diziyi izlemeye başladım. Üç sezonu iki haftada tamamladım.

Evet Lost mekanı açısından tam da çağımız insanına sesleniyor. Şehir yaşantısından, kalabalığından, vurdumduymazlığından, suçundan, vukuatından, ikiyüzlülüğünden bıkan birçoğumuzun arka planda tutulmaya çalışılan ıssız ada hayali daha birinci bölümde karşımıza çıkıyor. Şehirlerdeki vahşetin boyutu artık akıl almaz bir boyut aldığı için vahşi hayat da karşımıza çıkabilecek tehlikeler daha fazla korkutucu gelmiyor.

Lost akılcı bir mekan içerisinde kurgulanmış. Kahramanların farklı kültürlerden geliyor olması olayların akışında çok renklilik yaratıyor. Her an yeni bir durumla karşılaşılması izleyicinin diziden kopmasını engelliyor. Buna rağmen çok uzun tutulan her çalışma gibi Lost’un bazı bölümleri de gereksiz kalıyor. Çok rahatlıkla çıkarılabilir durumda.

Bölümlerin içinde gereğinden fazla geriye dönüşler var. Issız bir adadan yola çıkılarak kahramanların geçmişlerine dönüşler abartılı ve can sıkıcı.
“Senaryoyu kendi bütünlüğü içinde mi değerlendirmeliyim?” diye sordum kendime. Adaya düşen herkesin geçmişte bir şekilde birbirleri ile bağlatısı var. Bir yerleşim bölgesinde uzun ya da kısa geçmişi olan herkes dolaylı şekilde birbirile bağlantılı mıdır? Kişilerin yaşamlarının bir labirent gibi birbirine çıkan yllardan oluşması şaşırtıcı gelir bana. Sidney yaklaşık 4,5 milyonluk nüfusu ile Avusturalya’nın en büyük yerleşim merkezidir. Böyle bir yerden kalkan uçaktan kurtulan kahramanların arasında bu kadar canlı bağlantılar oluşturulması kafamda senaryo için soru işareti yaratıyor. Her ne kadar eser gerçekdışı ögelerle beslenmiş olsa da kendi bütünlüğü içerisinde bile göze batar bir hal almıştır.

Dizi boyunca zaman açısından birbiri ile çelişen olaylar var. Bunun en belirgin örneği rahip Eko 815 sefer sayılı uçağın arka kısmından kurtulanlar arasındadır. Ancak kardeşi’ni daha önce bindirmiş olduğu kaçakçılık için kullanılan uçak kendi uçağından sonra adaya düşmüşmektedir.

Lost buna rağmen izlenmeye değer bir dizidir. Senaryo üzeride çalışanlar umarım eksiklikleri farkeder ve dördüncü sezonda daha dikkatli davranırlar.

Serap YENİLMEZ
27.08.2007

2 Ağustos 2007 Perşembe

HİSSELİ HARİKALAR KUMPANYASI

Bursa Açık Hava Tiyatrosu’nda bu akşam Hisseli Harikalar Kumpanyası vardı. Daha önceki yaz gösterileri gibi hınca hınç olacağını düşünmüştüm salonun. Oysa bir avuç denebilecek kadar azdık üç bin kişilik salonda.

Erol Evgin benim için çocukluğumdan beri ayrı bir yerde durur. Bu akşam da coşturdu geceyi. Türk, batı, folk… Hepsini çok güzel seslendirdi.

Oyun başarılı kadrosuyla muhteşemdi. Yazarı Haldun Dormen de oradaydı. İnsanın kendi yazdığı oyunu yıllar sonra hala yönetiyor ve izliyor olması çok güzel bir duygu olmalı.

Hisseli Harikalar Kumpanyası’nın bu akşam gösterdiği performans eskilerin kıymetini bir kere daha hatırlattı bizlere. Bu yaz izleme fırsatı bulduğum çocukluğumun sanatçıları geçen yıllara rağmen aynı tadı bıraktı bende. Fatih Erkoç, Ajda Pekkan, Enrico Macias, Erol Evgin…

Hepsi aydın kimliğiyle sahnedeydi. Düşleri, düşünleri günümüz sanat anlayışına göndermeler yüklüydü.

14 Ağustos’da Sezen Aksu sahne alacak Açık Hava Tiyatro’sunda. Yeni bir şölen bizi bekliyor.


19 Nisan 2007 Perşembe

ÇOCUĞUN ÖYKÜSÜ

Yetişkin kendini tavaf eder halini çocuğun aynasından yansıyan şekli ile görmüştü. Mevlevi gibi kollarını iki yana açıp hayatını böldüğü üç yüz altmış adımı aynı hızla geçmişti hep. Frene basmayı başaramadığı için kaçırdıkları, çocukla birlikte bir tokat gibi inmişti yüzüne. Kendi DNA’ sının yeniden varoluşu önce bir yabancılık sonra ılıman bir sevgiyle kendisini su yüzüne vurmuştu.

Bir süreçti çocuk yetişkinin adım adım geçtiği ya da yeniden büyüme aşmasında ızdıraplar, karanlıklar, depremlerle yaşatılan bir değişimdi yetişkin için. Artık bir savaş başlamıştı yetişkinin dünyasında… Meyvesini veren ağaç, mevsimlerin değişimi ile birlikte karşılaştığı zorluklara daha güçlü kol ve kanat hareketleri ile direnmek zorundaydı. Yetişkin maddesel kazanımların yanında, kendi handikaplarını yendiği yeni bir kendi için çabalayacaktı artık. Kendi etrafında aynı hızla dönerken; “Çocuk başka bir ben olabilecek mi?” sorusuyla karşı karşıya kalmıştı.

Gergin benlik akşama kadar para kazanmak için çabalayacak, bir taraftan kaçtığı birlikteliğin meyvesine sahip çıkarak ayakta durmaya çalışacaktı. Çocuk uzaklaşan benliklerin tutarsız ilişkisinden yola çıkarak ya sahiplenmeye çalışacak ya da öteki olma yolunda kanat çırpmaya başlayacaktı. Kollarını iki yana sallayarak koşuyordu işte, sonra kendi etrafında dönüyor, mümkün olduğunca göz temasından kaçıyordu tıpkı yetişkinin korktuğu, cesaret edemediği şeylerin farkında değilmiş halindeki kaçışı gibiydi. İlgilendiği ama onu mutlu etmeyen milyonlarca detayın arasında bocalıyordu çocuk, yetişkinin kendisini o duvardan bu duvara vuruşlarındaki acıyla neredeyse aynıydı varoluş biçimi.

Yetişkin içinde bulunduğu örümcek ağıdan kollarını uzatıp çocuğu korumaya çalışırken çocuğu kendi karanlığına sürüklüyordu yavaş yavaş. Kuşku, korku, telaş, şaşkınlık eski benlikte hem kendi hem yeni kendisi için yaşanıyordu artık.

Huzur çocuğun insanın içini ısıtan varlığı olarak yetişkinin halesi boyutuna geliyor, yetişkin kimse için feda etmediği kendini feda edebiliyordu. Egosu çok yükseklerde seyreden benlik için bile kural değişmiyordu. Kendisini öteki gibi gören yetişkin egosunun gerçek boyutunu, sakladığı korkularını telaşlı haliyle istemeden ele veriyor, saklanmanın yollarını arıyor, kendini cenderede hissettiği için kendi gerçeğinden kaçıyordu. Ötekiler artıyordu zamanın içerisinde…

15.02.2007
Serap YENİLMEZ

GİRDAPLI KARANLIK

Ben seni yüreğinden yaraladım değil mi? Öyle bakma yüzüme suçlanıyorum. İçim delik deşik oluyor her seferinde. Gözlerine zorlanıyorum, direniyorum küskün karşılamalarına. Bakma yüzüme öyle, sana anlatamadığım esaretin içinde boğulup gidiyorum sadece. Kaybetmekten korkuyorum bir gece yarısı seni. Sessizliğine boğuluyorum, ıssız çöllerde deva topluyorum kendime. Bir hayalin peşinden koşturuyorum farkında değil misin? Umut arıyorum demir parmaklıklarda, oysa herkes özgürlüğün kahramanı sanıyor beni. Bana tapanlar var biliyor musun? Birkaç kuruş etmeyen peşinde koşturduğum hayallerin tutsak kahramanıyım ben. Sevgime suç ortağı arıyorum aslında, yanında süt dökmüş kedi gibi dolanmaktan başka çarem yok. Yalnızlığımda sükûnetin ılgımlarına tutundum. Lal oldum, sağır oldum… Öyle bakma yüzüme hain, seni ne zaman ellere teslim ettim? Söylesene! Suskunluğum çaresizliğimin eceli gibi dönüp dolanıyor başucumda. Çöl kumunda iğne arar gibiyim bu günlerde. Tüm gücümü kuşanıp kasırgalara yol biçiyorum gök kubbenin sonsuzluğunda, bir dakika önceki krallığımdan kurtulup suratıma yediğim yalnızlığın kölesi oluyorum yeniden. Kâbuslara yatıyorum yokluğunda.

Bir sarhoşun narasına gıpta edip, korkaklığıma gözyaşı döküyorum istemesem de. Acizliğime başkaldırıp, içimi kemiren kedere boyun eğiyorum. Birkaç mısra, birkaç satır… Neye yarar? Tutunduğum, nefes aldığım her şey uçup gidiyor elimden. Aşıma katık ettiğim zehir gecelerle savaşım. Taşa tutacaklar beni anlasana. Yerle bir oldu hayatım. Bel kemiği sokaklara fırlatılmış, kötürüm tutsaklığımdan karanlık isimler takıyorum yokluğuna. Çıplak ayaklı çocukluğuma koşturup, yardım dileniyorum. Sevdana tutunduğum yolsuz geçitlerde arıyorum seni. Işığı tükenen mevsimlerin yalancı şahidi gibi bir o yana, bir bu yana savruluyor bedenim. Sürgün müyüm ben? Bu zincir halkaları ne zaman doladılar boynuma? Öyle suskun, öyle durgun dolanma artık. Derin uğultulara kulak tıkayıp, kasım patlarından sonbahar şarkıları besteledim her şeye rağmen. Suyum ısınıyor, el alem yıkılan duvarlarımdan, kırılan pencerelerimden beni gözlüyor. Günahlarımın bedelini yazacaklarmış büyük kâğıtlara. Bıyık altından tükürük saçıp, intikam alıyor her biri. Taşa tutacaklar anlasana, susuyorum. Öyle kırgın bakma bana, ben senin gözlerine tutkunum.

Karanlık mahzenimde birkaç kitap bakındım bugün. Hepsi eski yazarlar. Her biri seni anlatıyor. Anlamadım. Biri katran gözlerinden bahsetmiş, diğeri aşkın fırtınalı üçgenine seni sarmış aldırmadan. Nasıl olur? Kimsin sen? Yürüdüğüm yolların idarecisi kesildin başıma. Kalabalıklarda gölgelerin dolanıyor arkamda, kitaplarımın arasında öykülerin. Pencereyi açtığımda kokundan fırtınalar esiyor, nefessiz kalıyorum. Yine düştü yüzün, şakaya hiç gelmiyor narin hallerin. İtiraf etmekten başka çarem kalmadı anlaşılan. İçimde tutkun bir sevda taşıyorum ben. Bakındığım her köşede, kokladığım her nesnede istemesem de seni buluyorum. Taşa tutacaklar beni, korkuyorum.

Gemi aldı başını gidiyor engine doğru, güvertede yapayalnızım. Pusarık bir hayale el sallıyorum belli belirsiz. Bir akbabanın korkulu gelişiyle titriyorum. Öyle başıboş, öyle bitkinim ki... Kokmuş balıkla besleniyorum uzun zamandır farkında değilim. Kıyıda kafasını dizlerine gömmüş bir küskünden af diliyorum. Alev içindeki tütün topağıyla avutuyorum kendimi. Her gece karanlık deryaya demir atıp, gavur ölüsü yalnızlıklardan masum çıkışlar kolluyorum kendime. Hava açmıyor kaç gündür, küçük bir ışık demetini arıyor gözlerim. Vuslata doğru gidiyorum elimden tut, küsülecek zaman değil. Uçurum bir adım ötemde, yaldızlı şafaklar gibi el sallıyor. Boşluğa kapılmış gibi sürükleniyorum. Tut elimden kırgınlığına razıyım, küskünlüklerine diz çöküp yalvaracağım. Tut elimden. Girdap aldı alacak korkak bedenimi, fısıltıyla seslenecek takati bulamıyorum içimde. Gençliğimi duvarlara çivilediler, kayıp gideceğim her insan gibi. Rol yapıyorum farkında değil misin? Senden kaçıp, sana koşuyorum aslında. Paytak ayak izlerimden örümcek ağları örüyorum açmazların arasında. Sığınımdaki kahramanlardan kısa öyküler yazıp, dünyaya başkaldırıyorum. Biri nefretle sarsıyor beni. Korkuyorum, ama konuşmuyorum. Kale(m)de; sen, ben bir sırrın arkasında böyle yaşar gideriz sonsuza kadar.

Bencil değilim ben öyle bakma yüzüme. Hasta mısın yoksa? Rengin sararmış. Oysa bugün tuz tadında şekerli şerbetle besledim seni. Kırık bir taç yaprağı gibisin. Kırmızı kanatlarına ne oldu böyle? Hasta mısın söylesene? Duvarlara seni saklamakla suç mu ettim? Söylesene karanfil neden öyle bakıyor gözlerin? Çekip gider gibi bir halin var. Ya duvarlarım, ya kale(m)? Kime emanet ederim yokluğunu? Bugün böyle bitti karanfil, yarın mor başlayacak anlaşılan. İkimiz yok olduktan sonra gölgesinde korkuların, ne anlamı kaldı yaşananların. Hoşça kal karanfil, kırık birkaç satırla sızmayı dilenmekten başka çıkarım yok anlaşılan. Bir kere daha yaşarsam bunun ötesinde; önce seni bulacağım girdaplı karanlıkta, sonra hayatın akışına elinden çekiştirip senle koşacağım. Korkma karanfil herkes bencil sanıyor beni. Oysa ben sana koşuyorum farkında değil misin?

Yağmur deli yağıyor yine, seni benden alacak anlaşılan. Ben sana koşacağım, gücüm yetmiyor. Tut elimden karanfil gemi batıyor.

Serap YENİLMEZ
03.06.2005

KALE(M)

kale(m)

kale(m)den insanlar

kale(m)den kağıttan insanlar

kale(m)den pembe kağıttan insanlar

kurşun kale(m)den pembe kağıttan insanlar

kurşun kale(m)den pembe kağıttan kambur insanlar

kurşun kale(m)den pembe kağıttan kamburu çıkmış insanlar

kurşun kale(m)den pembe kağıttan kamburu çıkmış aykırı insanlar

kurşun kale(m)den pembe kağıttan kamburu çıkmış aykırı küskün insanlar

kurşun kale(m)den, pembe kağıttan, kamburu çıkmış, aykırı, küskün insanlar

kurşun kale(m)den kaçmış, pembe kağıttan, kamburu çıkmış, aykırı, küskün insanlar

kurşun kale(m)den kaçmış, pembe kağıda sığınmış, kamburu çıkmış, aykırı, küskün insanlar

kurşun kale(m)den kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün insanlar

kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün insanlar

gece kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün insanlar

bir gece kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün insanlar

katran bir gecede kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün insanlar

katran bir gecede kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün sarı insanlar

katran bir gecede kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli insanlar

katran bir gecede kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanlar

yağmurlu katran bir gecede kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli,sıska insanlar

yağmurlu katran bir gecede kurşun kale(m)den gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanlar

yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanlar

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanlar

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanlar

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanları düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda yazmaya sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda yazmak için sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı, küskün, sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda yazmak için sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı düşmüş, küskün, sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda yazmak için sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı düşmüş, küsüp kapanmış, sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda yazmak için sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı düşmüş, küsüp kendini kapatmış, sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda yazmak için sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı düşmüş, küsüp kendini kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorulunca kamburu çıkmış, aykırı düşmüş, küsüp kendini kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı düşmüş, küsüp kendini kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı durumlara düşmüş, küsüp kendini kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini manastıra kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini kayalıklarda manastırlara kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den ulu dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini kayalıklarda taştan manastırlara kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den ulu dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini orman kayalıklarında taştan manastırlara kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den ulu dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini orman kayalıklarında taştan manastırlara kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları hatırlayınca kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den ulu dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda sadece gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini orman kayalıklarında taştan manastırlara kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları hatırlayınca kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den ulu dağlara gizlice kaçmış, pembe kağıda sadece gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini orman kayalıklarında gök taştan manastırlara kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları hatırlayınca kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den ulu dağlara gizlice kaçmış, pembe mühürlü kağıda sadece gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini orman kayalıklarında gök taştan manastırlara kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları hatırlayınca kaygıyla düşünüyordum.

sağanak yağmurlu katran bir gecede kurşun kapılı esrarlı kale(m)den ulu dağlara gizlice kaçmış, pembe mühürlü kağıda sadece gerçeği yazmak için sığınmış, hayattan yorgun düşünce kamburu çıkmış, aykırı bir duruma düşmüş, küsüp kendini orman kayalıklarında gök taştan manastırlara kapatmış, solgun sarı benizli, sıska insanları hatırlayınca kaygıyla düşünüyordum sadece.

12.08.2005
Serap YENİLMEZ

MUTLU AŞK

Mutlu aşk yoktur ki!
Eğer fırça darbeleriyle anlatabilseydim aşkımızı,
Boğazıma kadar çamura saplanmış olurdum yanında.
Ayakları zincirli çizerdim seni,
Aşki tanımlayan koca bir çınar olurdu arkada,
Kökleri sağlam, yaprakları olmayan.
Fırtına çıkardı apansız,
Ulu çınarın dalları rüzgara kapılırdı.
Mutsuz aşka alkış tutan bir kalabalık resmederdim locada,
Mutlu olsak taşlayacaklardı bizi nasıl olsa.
Tuvalin üzerinde sadece ikimizin olduğu perdeye yağmur yağardı.
Sevgilimdin sen,
Gidilip gelinmeyen.
Bazen bir şarkının ezgilerine tutunurduk,
Bazen uzanır küçük buseler kondrurduk zincirlerimizden.
Aynı denize bakıyor,
Farklı limanlar yazıyorduk.
Sadece öykülerimizde yaşayacaktık
Düşlerimizi