27 Kasım 2007 Salı

EDEBİYATA 'CEMRE' DÜŞTÜ - CANAN GÜLEÇ

EDEBİYATA ‘CEMRE’ DÜŞTÜ
Röportaj – Canan GÜLEÇ

Çocukluğunda yazıyla tanışan, küçük kağıtlar üzerine içinden geçen sözcükleri mısralar aracılığıyla döken Serap Yenilmez, birikimini romana dönüştürürerek “Ve Sustu Şehir” dedi. Yazarın kitabında yarattığı başkahraman Cemre, okurları etkisi altında bırakırken edebiyat dünyasında incelemeye değer kadın karakterlerden biri olacağa benziyor.

Henüz basılmış bir kitap, İstanbul Kitap Fuarı’nda okurla buluşan ve Bursa’ya 15 gün kadar önce ulaşan “Ve Sustu Şehir” bir çırpıda okumak zorunda hissettiğim bir kitaptı. Çabuk okumalıydım çünkü; kitabın yazarı Serap Yenilmez ile ilk fırsatta röportaj yapmak istiyordum. Çabuk okumalıydım çünkü; kitaptaki acılara dayanamamıştım ve bir an önce sonuca ulaşmak istedim. Şehrin suskunluğunu satırlarına taşıyan Serap Yenilmez’i Yücel Balku Öykü Atölyesi çalışmaları sırasında tanıdım. Balku’nun yaşamını kaybetmesi üzerine Hakan Akdoğan’ın eğitmenliğinde devam eden atölye sonrasında roman çalışmalarına da başladı. “Ve Sustu Şehir” atölyeden çıkan ilk roman, Akdoğan’ın sunum yazısıyla okurla buluştu.

Kitabı okurken bazen Cemre’yle aynı yürekten dünyaya bağırasım geldi, bazen Cemre’yi kıskandım hayatına sahip çıkabilmesi ile... Bazı zamanlar sayfaları çevirirken fonda Vivaldi’yi duyumsadım ve kitaba ara verdiğim sırada şehrin suskunluğunu duymaya çalıştım. Aklımda biriken ve cevap bekleyen sorularımla birlikte Serap Yenilmez’i karşıma alma zamanı gelmişti artık. Öykü Atölyesi günlerinden Kitap Evi ile bütünleştirdiğim yazarla, kitabın evinde kitabına dair sohbet ettik bir süre.

Kalabalık bir ailede büyümüş yazar, bahçeli büyük bir evin gölgesinde karalamış ilk satırlarını. “Annem, babam, büyük anne ve büyük babam, iki erkek kardeşim ve yanımızda kalan kuzenimle sekiz kişilik bir aileydik biz, şimdi geriye sadece dört kişi kaldı işte...” Böyle bir iç çekişle başlıyor Yenilmez anlatmaya. O, kendi kendini keşfetmiş ve yine kendini sınırların ardına sıkıştırmış bir yazar. Küçük kağıt parçacıklarına yazdığı şiirler devamında yarısına kadar yazdığı bir romanı yakıp yok etmiş. Üniversite eğitimi almaya başladığında mesleğinde ilerlemeyi tercih eden yazar, sadece şirket bültenlerine yazılar hazırlar olmuş bir süre sonra. Serap Yenilmez’in kalemini şekillendiren ve yazmaya doğru kararlılıkla iten, öykü atölyesi oldu belki de... Olaylara anlık dokunuşlar değil geniş açıdan bakmayı seçen yazar romanla çıkış yapmayı tercih ettiğini söyledi.

“BENİM ADIM KIRMIZI MI?”

Kitabı okuduğum sırada dikkatimi çeken bir yazınsal benzerlik vardı, ancak yazarla konuştuğumda bunun bir öykünme değil gerçekten bir benzerlik olduğunu anladım. Ele alınan olay farklı kişilerin bakış açısından yazılmış. Bu durum Orhan Pamuk’un kaleme aldığı ‘Benim Adım Kırmızı’ ile benzer bir tarzı ortaya koymuştu. Bu konudaki düşüncemi Yenilmez ile paylaştığımda hafif bir tebessümle karşıladı, “Benim Adım Kırmızı mı? Aslında Orhan Pamuk’u severek okurum. Bu kitabı yazarken Veba ve Yüz Yıllık Yalnızlık adlı kitaplardan etkilendiğimi söylemek mümkün. Kırmızı’yı ise çok yıllar önce okumuştum. Olaya benden farklı gözlerle bakabilmek için farklı anlatıcılar seçtim.”

“YA MÜCADELENİN DIŞINDAKİLER”

Kitabı okurken hep merak ettim, Cemre ne kadar Serap Yenilmez’di acaba? Yaşanılanlar gerçek miydi? Onun hayatında da yitip giden bir kardeş var mıydı? Bunların cevabını almak için soruları ardısıra yöneltmek gereksizdi zaten. “Bu yazdıklarım gerçek bir hikaye” derken yazarın gözpınarlarında biriken yaşlar gerçeği ele veriyordu. Kitapta yitirilen kardeş Toprak’ın günlüğünden verilen satırları “Toprak olmak koymuyor da yalnızlık koyuyor en çok,” sözleri, yaşanan acıların rehberi bir anlamda.

Serap Yenilmez sayfalarında siyasi bir mücadeleden bahsediyor, ancak bu siyasi mücadelenin hangi kanatta verildiğini anlatmıyor. Bu mücadele için neler yapıldığını da. Yazar, bu üstü kapalı duruma şu sözlerle açıklık getirdi: “Benim amacım siyasi bir olguyu anlatmak değildi. O mücadeleyi verenler kendi yollarında yürüyorlar ancak arkalarında kalanların durumunu anlatmak gerekiyordu. Ailelerin acısını, sorgulamalarını anlatmak istedim.”
Canan GÜLEÇ (Bursa Meydan Gazetesi Kültür&Sanat Sayfası)
27.11.2007